DÜNYA
Giriş Tarihi : 08-06-2025 22:51   Güncelleme : 08-06-2025 23:08

Hüsyin Kurt:Karadeniz’in Kıyısında Yükselen Nükleer Tehdit

Hüsyin Kurt:Karadeniz’in Kıyısında Yükselen Nükleer Tehdit

Hüseyin Kurt Yazıyor

Karadeniz’in Kıyısında Yükselen Nükleer Tehdit

Hüseyin Ukrayna’nın Rusya’nın Engels Hava Üssü’ne düzenlediği SİHA saldırısı, yalnızca bir askeri altyapının hedef alınması değil, aslında nükleer silahlarla kurulu uluslararası barış mimarisinin temellerine yönelmiş tehlikeli bir müdahaleydi. Gözden kaçırılan mesele ise şuydu: Rusya’nın bu üsse konuşlu stratejik bombardıman uçakları neden açık pistteydi?

Bu sorunun cevabı, yüzeydeki “güvenlik açığı” tartışmalarının çok ötesinde, uluslararası nükleer silahsızlanma anlaşmalarına dayalı bir zorunlulukta gizli. 2011’de yürürlüğe giren New START (Yeni Başlangıç) Anlaşması, Rusya ve ABD arasında karşılıklı şeffaflığı ve caydırıcılığı esas alan son büyük nükleer denetim mutabakatıdır. Bu anlaşma çerçevesinde taraflar, stratejik nükleer taşıyıcı uçaklarını uydu denetimine açık şekilde pist üzerinde ve silahsız halde tutmakla yükümlüdür. Gerekçe açıktır: Karşılıklı güven, sürpriz bir saldırı ihtimalini azaltmak için sürekli görünürlük gerektirir.

Engels’teki bombardıman uçaklarının açık alanda tutulması, bu bağlayıcı yükümlülüğün sonucudur. Yani bu durum, askeri bir zafiyet değil; uluslararası bir sorumluluğun ifasıdır.

Savaşta Şeffaflık: Zaaf mı, Erdem mi?

Savaş koşullarında dahi Rusya’nın bu kurala riayet etmesi, sadece bir devlet refleksi değil; nükleer istikrarı korumaya yönelik ciddi bir stratejik aklın ürünüdür. Moskova’nın, ABD’nin 2002’de Anti-Balistik Füze Anlaşması’ndan, ardından START I ve II’den çekilmesine karşın New START anlaşmasına bağlı kalması; Batı’nın sık sık eleştirdiği Rusya’yı, uluslararası hukuk zemininde sorumluluk sahibi bir aktör olarak konumlandırıyor.

Buna karşılık, bu şeffaflık halinin Ukrayna tarafından hedefe dönüştürülmesi, yalnızca Rusya’ya değil, tüm dünyaya yönelik bir provokasyondur. Çünkü bu tür stratejik tesislerin vurulması, nükleer doktrinler gereği, savaş eşiğini tehlikeli biçimde yukarı çeker.

Doktrinel Eşik ve Tehlikeli Oyunun Kuralları

Rusya’nın güncellenmiş nükleer doktrini, stratejik caydırıcılığın temel bileşenlerine özellikle komuta merkezlerine ve taşıyıcı sistemlere yönelik saldırıların, bir nükleer saldırı olarak değerlendirileceğini açık

biçimde belirtir. Engels Üssü gibi tesisler, Rusya’nın nükleer üçlüsünde (kara-deniz-hava) hayati önemdedir. Buraya yönelik bir saldırı, yalnızca askeri değil, doktrinel anlamda bir sınır ihlalidir.

Bu noktada sorulması gereken asıl soru şudur: Bu saldırı, bir zafiyeti değerlendirme refleksiyle mi yapıldı, yoksa Rusya’yı, nükleer tepki verme çizgisine zorlamak gibi daha derin bir stratejinin parçası mıydı?

Eğer ikinci ihtimal geçerliyse, bu yalnızca bir askeri risk değil, dünya tarihini geri döndürülemez biçimde değiştirebilecek bir nükleer kumar anlamına gelir.

Batı’nın Sessizliği: İhlalin Rızası mı?

Saldırının ardından Batılı başkentlerden gelen açıklamalardaki ölçüsüz suskunluk, dikkat çekici. Oysa ki, nükleer dengeyi sağlayan yapının kasıtlı şekilde aşındırılması, yalnızca Rusya’yı değil, küresel barış sistemini hedef alır. Bugün gösterilen bu sessizlik, yarın benzer bir saldırının başka bir kıtada yaşanmasını meşrulaştıran emsal haline gelebilir.

Nükleer güçler arası denge, yalnızca silahların varlığıyla 

değil; karşılıklı güvenin korunmasıyla mümkündür. Şeffaflığı cezalandıran bir anlayış, bu dengeyi yıkar ve yerine konulması onlarca yıl sürecek bir kaos bırakır.

Zaafın Maskesiyle Gelen Sorumluluk

Engels Hava Üssü’ne yapılan saldırı, Rusya’nın stratejik sistemini sarsmadı ama uluslararası güvenlik sistemindeki çatlakları daha görünür hale getirdi. Rusya, anlaşmalara uymakla kendini kırılgan hale getirirken, bu şeffaflığın bedelini ödüyor. Batı ise, kendi koyduğu kuralları ihlal eden müttefiklerine sessiz kalarak çifte standart düzenini pekiştiriyor.

Tarihte pek çok kez görüldü: Şeffaflığın suistimal edildiği sistemlerde en önce yıkılan şey barış olur.

Bölgesel Yansımalar: Türkiye’nin ve Karadeniz’in Güvenliği Nereye Gidiyor?

Bu tür stratejik saldırıların sonuçları, yalnızca Moskova ya da Kiev’le sınırlı kalmaz. Türkiye gibi Karadeniz’in kıyısında bulunan ve bölgesel güvenlik mimarisinin tam ortasında duran ülkeler için, her bu tür olay, yeni bir risk haritası demektir.

Karadeniz’in militarizasyonu, Montrö rejiminin sınırlarını zorlayan yeni denge arayışları ve nükleer tehdidin kuzeyden sarkması, Türkiye’nin deniz güvenliği açısından doğrudan bir tehdit haline gelmektedir. Özellikle NATO üyesi bir Türkiye’nin bu krizlerde “cephe ülkesi” gibi konumlandırılmaya çalışılması, denge siyaseti ile ittifak sorumlulukları arasındaki ip cambazlığını daha da zorlaştırıyor.

Bu saldırı, Karadeniz’deki istikrarın ne kadar kırılgan hale geldiğini de gösteriyor. Savaşın başından bu yana, Karadeniz’de sivil gemi trafiğinden enerji rotalarına kadar birçok kritik unsur zaten risk altındaydı. Şimdi nükleer sistemleri kapsayan doktrinel eşiğin bu sulara yakın bir noktada tartışılır hale gelmesi, Karadeniz’i yalnızca bir deniz değil, potansiyel bir cephe hattı haline getiriyor.

Türkiye bu gelişmeler karşısında sessiz kalamaz. Gerek denge siyaseti gerek diplomatik sorumluluğu gereği, nükleer gerilimleri bölgeden uzak tutacak politik reflekslerini yeniden gözden geçirmek zorunda. Çünkü

ateş Karadeniz’e düşerse, dumanı sadece kuzeye değil, Ankara’ya kadar ulaşacaktır.

Şeffaflık Cezalandırıldığında, Güvensizlik Kazanır

Bu saldırı yalnızca bir pistin bombalanması değildir; karşılıklı güvenin delik deşik edilmesidir. Rusya’nın uçaklarını açıkta tutması bir hata değil, küresel denge için üstlenilen ağır bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun hedef haline getirilmesi ise, kuralların çöktüğü, her aktörün yalnızca kendi güvenliğini düşündüğü bir nükleer anarşi çağının habercisidir.

Türkiye dahil olmak üzere bölge ülkeleri için bu gelişmeler, sadece analiz edilmesi gereken askeri hadiseler değil; dış politikalarını ve güvenlik vizyonlarını yeniden tanımlamayı gerektiren kritik eşiklerdir.

Bu nedenle, savaşın gürültüsünden sıyrılıp şunu sormalıyız:

Dünya, kurallara uyanı mı cezalandıracak, yoksa kuralsızlığı ödüllendirmeye daha ne kadar devam edecek?

 

AlparslanAlparslan